BESLENME

Amerikalı bir çiftçinin oğlu olan tarım mühendisi Normon Ernest Borlauch yeni bir buğday türü elde etmeyi başardığı için 21 Ekim 1970 Çarşamba günü Oslo’da Norveç kralı V. Olav’ın elinden Nobel barış ödülünü alıyordu. Borlauch’ın araştırmalarının böyle bir ödülü haketmesinin nedeni “yeşil devri­min mucizeli buğdayı” adı verilen bu yeni buğday türünün dünyadaki açlık sorununun çözümüne katkısı olacağı kanışıydı.O zamana kadar tahıl üretiminin olduk­ça yetersiz olduğu Meksika’da bu yeni buğday türü denenince, üretim ülke­nin kırk bir milyon vatandaşını doyur­maya yettikten başka birçok ülkeye buğday ihraç edilmeye başlandı. Bu yeni buğday türü tarlaların bereketini alıp götüren, köylülerin emeğini hiçe indiren, ekinlerin baş düşmanı yanık hastalığına karşı büyük bir dayanıklılık gösteriyordu.
Açlığın insanları kırıp geçirdiği Pakistan’ da özellikle Asya iklimi için üretilmiş olan cüce Japon buğdayı ile Borlauch’ın i ürettiği buğdayın aşıianmasıyle elde edilen yeni bir buğday cinsi ekilmeye başlanmıştır. Gelişmekte olan başka memleketler de, bu buğday türünü ekme hazırlığındadırlar. Bu durumda dünyanın her yerinde kendini duyurma­ya Başlayan üretim azlığı sorununa olumlu bir katkıda bulunulacağı sanıl­maktadır. Bu sorun günümüzün çözüm bekleyen en önemli sorunlarından biri­dir.
AçiıK insanlık tarihinin en eski sorunla­rının başında gelir. Ruhbilimcilere göre açlık, insanın saldırganlığının kesin nedeni olmamakla birlikte bu saldırgan­lığı oluşturan etkenlerden biridir. Tarih öncesi insanı beslenmek için avlanırdı. Avla savaş arasında büyük bir fark yoktur. Aynı şey çimenleri yeşil olduğu için komşunun bahçesine duyulan aşırı istek ile, kısa bir süre önce milyonlarca kişinin ölümüne yol açan Almanya’nın “hayat sahası” kuramı için de geçerli­dir.köylülerin açlıktan öldüklerini bilme­diklerinden Parmak Çocuğun Hikâyele­rini bazen gerçeğe aykırı bulmaktadır­lar. O yüzyıllar boyunca da halkın içinde bulunduğu zor koşulların düzel­tilmesini savunan düşünürler vardı. Ancak bunlar şatolarında rahat bir yaşam süren üç beş kişinin acıma duygularını etkileyebilmekten öteye bir sonuç elde edememişlerdi. Bununla birlikte yoksulluğa ve dolaylı olarak açlığa karşı savaşma konusunun üzerine eğilenler insanlık tarihi tarafından dai­ma saygı ile anılmaktadırlar. Eski çağlarda yiyecek yokluğunun yanı sıra, nasıl beslenmek gerektiği de bilinmemekteydi. Dantel ve ipek ku­maşlara bezenmiş olarak resimlerini yaptıran zengin tüccarların hemen hep­si, bolluğun gözle görülür belirtisi olan dışa çıkık kocaman göbeklere sahipti­ler. Aslında bu vücut yapısı kötü bir beslenmenin belirtisiydi. O çağların insanları durmadan şişmanlayarak daha güçlü olacakları kanısmdaydılar.Çağımızda en geri kalmış bir taşra .- kasabasında bite çeşit çeşit yiyecek maddeleri bulabilmesine karşılık, içinde bulunduğumuz yüzyılın başına kadar yiyecek maddelerinin sayısı çok kısıtlıy­dı. Gerçi Roma imparatoru Sezar özel atlılarla İngiltere’den istiridye getirtir-miş ama, bu olay iki bin yıl sonra biîe unutulmadığına göre, bu işin ne denli güç ve olağanüstü olduğu kolayca anlaşılabilir. Yirminci yüzyılın en büyük başarısı her şeyi rastgele yemenin zararlı oiduğunun anlaşılmış olmasıdır. Hatta uzun yaşamak için özel beslenme rejimleri bile düzenlenmiştir. Denizler­de bulunan mikroskobik canlıların kul­lanılması konusunda yaptığı araştırma­lar sırasında Alain Bombard vitaminle­rin ana işlevini ortaya çıkarmıştır. Gönüllülerin meydana getirdiği gruplar, çöllerde benzeri deneyler yapmaya devam etmektedirler. Bu kişilerin besin gereksinmelerinin incelenmesi, en deği­şik beslenme türlerinin yapısını sapta­maya yarayacaktır. Bu tür girişimlerden her yıl yeni yeni sonuçlar elde edilmek­tedir.Bugünün çocukları on yedinci yüzyılda ardı arkası kesilmeyen savaşlar sırasında Vücudumuzu meydana getiren hücreler durmadan yenilenmektedir. Vücutta sadece sinir sistemi bir kez daha değişmeyecek biçimde oluşur ve bir daha yenilenmez, öbür bütün dokuları­mız ve organlarımız, hergün düzenli olarak aldığımmız besinlerle birkaç yıl içinde tümüyle yeniden oluşmaktadır. Saç, deri, karaciğer, akciğerler kısaca bütün vücut yediğimiz et, sebze, peynir gibi besinlerin etkisiyle sürekli olarak yenilenme olanağını bulur. Akla uygun bir beslenme hem sağlığın hem de uyumlu bir vücudun anahtarı­dır. Hiçbir makyaj, dengeli bir beslen­menin yüze getirdiği gerçek parlaklığı veremez. Güzel ve sağlıklı olmak isteyen herkes, akla uygun bir biçimde beslenmeyi bilmek zorundadır. Bunun için de çeşitü besinleri iyice tanımak ve her yiyeceğin özelliklerini göz önünde bulundurarak yemek gerekir. Atasözleri ve deyişler de bu fikri doğrulamaktadır. Kaloriler, vitaminler ya da az veya çok karmaşık rejimler söz konusu olmadan öjıce, sağduyu beslenmenin organizma üzerinde etki yaptığını saptamayı bil­miştir. Aç ayı oynamaz, açlık ile tokluğun arası yarım yufka, can boğaz­dan gelir, tok açın halinden anlamaz gibi atasözleri bunu doğrulamaktadır. Havuçta A vitammini bulunduğu ve bu vitaminin cilt üzerindeki etkisi olduğu henüz bilinmiyorken, köylüler havucun güzelleştirici yönünü biliyorlardı. Süt anneleri mercimek yerlerdi ama, bu sebzenin içinde bulunan demirin süt veren kadın kadar süt emen çocuk için de gerekii bir madde oiduğunu bilmez­lerdi. Çorbanın köylerde yaygın olması da tabii ki bu yemeğin beslenme ve büyüme konusundaki yararlı rolünün bilinmesine bağlı değildir. Demek ki besinler organizmayı “yeni­den yapmaya” yararlar. Besinler enerji­ye dönüştükten sonra da nefes alma, sindirme, aptes etme, vücut sıcaklığını 37 derecede tutma ve fiziksel harcama­ları denkleştirme gibi olayların gerçek­leşmesini ve dolayısıyle organizmanın yaşamasını sağlarlar. Bu görev kalori kavramının ana kuralını doğurduğu için.

PAYLAŞ
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Sayfa başına git