Davranış Bozuklukları

Normal ve Anormal Kavramlarının tanımı
Normal ve anormal, günlük hayatta çok kullandığımız terimlerdir. Kelime olarak normal, doğal koşullara veya kurallara uygun anlamındadır.
Anormal, normal olmayan, kural dışı demektir. Psikolojik bir terim olarak normal, herhangi bir özellik veya ölçü yönünden, çoğunluğun arasında bulun­ma, anormal ise, ortalamadan olumlu veya olumsuz yönde uzaklaşmadır.

Normal, çoğunluğun durumunu belirtir. Normal dağılım eğrisinde orta değerlerde toplanan özellikler, “normal” terimi ile belirtilir. Boy, ağırlık, zekâ, heyecanlılık, davranışlar gibi özelliklerde görülür.

Normalden her türlü uzaklaşma anormalliği göstermez . Örneğin, normal boydan uzun veya kısa boylu olmak, normal kilodan daha zayıf veya şişman olmak anormallik değildir. Boyda dev cüsselilik veya cücelik, kiloda aşırı derece­de şişman veya bir deri bir kemik halinde zayıflık anormalliktir. Zekâ bakımından değerlendirirsek, normalin üstünde zekâ düzeyinde olmak üstün bir özelliktir. Ancak, normalin altında ve belirgin olarak görülen zekâ geriliği (Z.B 60’ın altında olanlar) anormalliktir. O halde, normalden istenmeyen yönde ve ölçüde uzaklaşmalar, anormallik olarak değerlendirilir.

Davranışlarda normallik ve anormalliği ayırdetmek daha zordur. Çünkü her zaman her yerde, her durumda normal davranışlarda bulunan insan yoktur. Her insanın zaman zaman anormal davranışlarına tanık oluruz. Zaman zaman anor­mal davranmak, o insanı anormallik kategorisine sokmaz.

Normal davranan insan ruhsal açıdan sağlıklı olan insandır. Gerçekleri görebilen, sorunlarını çözebilecek güçte olan, heyecansal tepkileri olay ve du­rumlara uygun, çalışmak için gerekli zihin ve beden gücüne sahip, çevresiyle uyumlu ve tutarlı ilişkiler kurabilen insandır. Varlığının anlamı ve değerinin bilin­cindedir. Bunların yanında zaman zaman anormal davranabilir.

Anormal insan, çoğunlukla anormal davranır. Ruh sağlığı bozulmuştur. Gerçeklerle kısmen veya tamamem ilişkisini kesmiş, hayal dünyasında yaşayan, sorunlarını çözecek güçte olmayan veya sorunlarının bile farkında olmayan, hayatının, ailesinin sorumluluğunu taşıyamayan, iş ve meslek sahibi olduğu halde bu durumlara uyum sağlayamayan insandır. Çevresiyle tam bir uyum kura­maz. Bu uyum kısmen bozulmuşsa nevrotik, tamamen bozulmuşsa psikotik olarak adlandırılır.

Tarihsel gelişim içinde normal – anormal

Bu kısımda da kadinlarsitesi.com olarak sizlere normal ve anormal kavramlarını tarihsel gelişim içinde anlatacağız.

İlk çağlarda ruh hastalarına; Tanrının gazabına uğramış, şeytanın veya kötü ruhların esiri olmuş insanlar gözüyle baktlırdı. Tedavi biçimi de kötü ruhun veya şeytanın kovulması amacına dayanırdı. Dualar okunur, gürültü çıkarılır, kötü kokulu karışımlar içirilir, böylece kötü ruhun veya şeytanın o insanın bedeninden uzaklaşacağına inanılırdı.

Hipokrat (M.Ö. 460 – 357), ruhsal bozuklukların doğal sebeplere bağlı ola­rak oluştuğunu belirtti. Ona göre, bedensel hastalıklar nasıl tedavi ediliyorsa ruh hastaları da tedavi edilebilir. Daha sondaki yüzyıllarda İskenderiye’deki sanator­yumlarda hastaların iç açıcı ortamlarda yaşamaları sağlanmış, eğlence ve idman programları ile hastalar iyileştirilmeye çalışılmıştır.

Ortaçağda, ruh hastalarının tedavileri manastırlarda rahipler tarafından yapılmaya başlamıştır. Çok ağır olmayan hastalar dualar, kutsal sular ve yağlarla iyileştirilmeye çalışılmıştır. Ancak sonraları şeytanın gururu ruh hastalığının sebebi olarak görülmeye başlamıştır. Bu anlayış ruh hastalarının; kötü, kaba, çirkin dav­ranışlarla karşılaşmalarının başlangıcı olmuştur.

15. yy da yayınlanan “Şeytan Çekici” adlı kitapta, şeytanın varlığının nasıl belirleneceği, şeytana kapılan insanların hangi işaretleri taşıdığı, bu insanların nasıl yargılanacağı açıklanır. Ruh hastaları şeytanın tutsağı sayılmış ve bunu iti­raf ettirmek için akıl almaz işkencelere maruz bırakılmışlardır. Manastırlarda zin­danlara hapsedilmişler, meydanlarda yakılmışlar, dümensiz gemilere bindirilip okyanusa bırakılmışlardır. Bu anlayışa karşı çıkanlar olsa da ya seslerini duyuramamışlar veya duyurabilenlerin eserleri yakılmış, kendileri çeşitli şekillerde ceza­landırılmışlardır.

17. yy ortalarında Londra’da bir manastır, VIII. Henri tarafından hastane haline getirilmiştir. “Bedlam” olarak kısaltılan bu kurumda ruh hastaları para karşılığı halka gösterilir, zararsız hastalar Londra sokaklarında dilendirilirdi. Bu tür kurumlar kısa bir sürede Avrupa ve Amerika’da yaygınlaşmıştır.

18. yy ‘ a kadar ruh hastaları insanlık dışı koşullarda, cezalandırılarak, aç bırakılarak, soğuk duşlara sokularak, zorla müskil içirilerek, dilendirilerek yaşa­maya mahkûm edilmişlerdir.

19. yy sonlarında Philippe Pinel, bazı ruh hastaları üzerinde deney yap­mak üzere izin aldı. Ruh hastalarının hoşgörü, anlayışla tedavi edilebileceğine inanıyordu. Pinel’in araştırmaları ve uyguladığı tedavi sonunda sağlığına kavuşan ve taburcu edilen hastalar oldu.

19. yy da anatomi, fizyoloji, nöroloji ve kimya gibi alanlardaki bilimsel gelişmelerin ışığında, ruh hastalığına verilen anlamlar da değişti. Ruh has­talıklarının beynin yapısında ve işlevlerindeki bozukluklardan kaynaklanabileceği görüşü benimsenmeye başladı ve giderek yaygınlaştı.

20. yy başlarında ruh hastalıklarının sadece beyindeki bozukluklara dayandırmanın yeterli olamayacağı, psikolojik ruh hastalıklarının da var olduğu görüşü ağırlık kazandı. Daha sonra Freud’un bu konudaki çalışmaları ile bilimsel temelleri atıldı.

Bugün artık ruh hastalıkları da herhangi bir bedensel hastalık gibi görül­mekte ve geliştirilen tedavi yöntemleri ile tedavi edilmektedir.

Buraya kadar yapılan açıklamalar, batı dünyasında ruh hastalığına verilen anlam ve açıklamaları verir. Doğuda, Türk – İslâm dünyasında aynı bakış görülmez. Eski çağlardan beri Türklerde davranış bozukluğu gösteren insanlar, hasta olarak görülmüştür. İslâmiyet’in kabulü bu görüşü desteklemiştir. Hiç bir zaman ruh hastası Tanrı’nın gazabına uğramış biri olarak görülmemiş ve ceza­landırılmamıştır.

Camilerin yanında yaptırılan “Şifahane” lerde ruh hastaları müzik, su sesiy­le, çeşitli baharatlardan oluşan macunların ilaç olarak kullanılmasıyla, sevgi ve hoşgörü ile tedavi edilmeye çalışılmıştır. Daha sonra “tımarhane” adı verilen bu şilahaneler, vakıfla yönetilmişlerdir. Fatih, Süleyrnaniye, Manisa, Toptaşı önemli tımarhanelerdir.

Osmanlı İmparatorluğunun zayıflaması ile hastalığa bakış değişmediği halde, hastalara bakış çok değişmiştir. Hastalar çok kötü koşullarda yaşa­mışlardır.

Mazhar Osman, reformcu bir bakışla Bakırköy Sinir ve Ruh Hastalıkları Hastanesini (1927) kurmuştur. Toptaşı Tımarhanesindeki hastaları buraya nakletmiştir. Modern bir anlayışla hastalara yaklaşım yeni bir çehre kazanmıştır. Bugün psikiatri kiniklerinde çağdaş düzeyde teşhis ve tedavi yapılmaktadır.

b) Anormal davranışın nedenleri

Anormal davranışlar, kalıtsal ve çevresel etkenlere bağlı olarak ortaya çıkarlar. Tek başına kalıtım veya tek başına çevre, ruh hastalıklarını oluşmasında yeterli olamaz. Ruh hastası anne – babanın çocukları, küçük yaşta anne – baba­dan ayrılarak iyi çevre koşullarında yetiştirildiği zaman hasta olmadıkları görülmüştür. Ama kalıtım, ruhsal dengesi bozulan insanın hangi tür ruh has­talığının tepkilerini göstereceğini belirler. Örneğin, ailede şizofreni varsa başka etkenlerin de rolüyle ortaya çıkan hastalık şizofreni, paranoya varsa paranoya olur.

Çevresel etkenler; engellenmeler, çatışmalar, stresli bir yaşama biçimi bi­reyde birikim yaratır. Birikimler sarsıcı bir olay veya durumla dengenin bozul­masında rol oynar. Eğer, kalıtsal yatkınlık yoksa, nevrotik hastalıklar ortaya çıkabilir.
Çevresel etkenlerde; kötü geçirilen çocukluk ve ergenlik dönemleri, bozuk aile ilişkileri, düzensiz bir hayat, edinilen kötü alışkanlıklar, başarısız iş ilişkileri, arkadaşsızlık, yalnızlık gibi çeşitli yaşam olayları, insanın ruhsal dengesini bozucu rol oynar.
Cinsiyete bağlı olarak, kadın ve erkekte farklı tür ruh hastalıkları görülmek­tedir. Erkekler, daha çok organik çöküntü yaratan hastalıklara, yakalandıkları için ölüm oranı yüksektir.

PAYLAŞ
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Sayfa başına git