Çocuklarda AIDS

Çocuklarda savunma mekanizmalarının yetersiz olması ve bazı ilaçların kolaylıkla kullanılamaması nedeniyle AİDS daha hızlı ilerler ve üzücü sonuçlar doğurur. Bu nedenle, tehlike grubunda olan kadınlara gebe kalmamaları önerilmelidir.

NASIL GEÇER?

Enfeksiyonun anneden çocuğa üç geçiş biçimi vardır: Dölyatağında, doğum sı­rasında ve doğumdan sonra. Doğum sı­rasında ya da sonrasında anneden çocu­ğa doğrudan geçişlerin gebeliğin herhan­gi bir evresinde dölyatağındâki dikey geçişlerden az olduğu kanıtlanmıştır.

Virüsün dölyatağında dikey bulaş­mayla yeni kuşaklara geçebileceği ilk kez 1984’te saptanmıştır. Virüsün göbek kordonu kanında, dölyatağı boynu salgıyatağı boynunda ve 15 haftalık düşükte belirlenmesiyle bu saptama doğrulan­mıştır. Ayrıca anne sütünde de virüs bulunmuştur. Tehlike grubundaki kişi­lerin gözyaşında, tükürük salgılarında, idrarında ve beyin-omurilik sıvılarında da virüs olduğu saptanmakla birlikte bu yolla yatay geçiş olabileceğini gösteren kesin kanıt yoktur.
aids AİDS’İN DÖLÜT ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

Hastalığın dölüt ve etene üzerindeki et­kileri çok önemli değildir. AiDS’in kızamıkçık ve herpes grubu virüslerinin yol açtığı sitomegalovirüs, suçiçeği, zo­na, uçuk gibi öbür virüs hastalıkların­dan farklı olarak dölüt’te oluşum bozuk­luğu yapmadığı anlaşılmaktadır. Bazı hastalıklarda olduğu gibi kanda AİDS virüsünün bulunması da dölütün dölya­tağında ölümüne neden olmaz.
Etenenin yapısını bozucu bir etkisi görülmediğinden AİDS de gebelikte or­taya çıktığında grip ve kızamık gibi vi­rüs hastalıklarına benzer biçimde yal­nızca ender durumlarda dölüte hemen zarar verir.

ÇOCUKTAKİ BELİRTİLERİ

Bebeğin düşük kilolu doğmasının en­feksiyondan çok, annenin uyuşturucu madde bağımlılığına ve/ya da klinik du­rumuna bağlı olduğu anlaşılmaktadır.
Doğum ile hastalığın ortaya çıkması arasındaki kuluçka dönemi 6 ay ile 6 yıl arasında değişir. Belirtiler olguların bü­yük bölümünde yedinci aya doğru orta­ya çıkmaya başlar; bebeklerin yüzde 80’inde yaşamın ilk iki yılında hastalık belirtileri görülür.

Yaşamın ilk yılında ölüm oranı yüz­de 20, ortalama yaşam süresi 5 yıldır.
İlk fark edilen belirti birden fazla lenf bezinin büyümesidir (poliadenopati), bazen karaciğer ve dalak büyümesi de buna eşlik eder. Özellikle üst solu­num yollarında sıradan bakteri enfeksi­yonlarına çok sık rastlanır. Fırsatçı en­feksiyonlar erişkinlerdekine çok benzer; yalnızca toksoplazmoz ye kronik inters-tisyel zatürree ile Kaposi sarkomu ço­cuklarda çok az görülür.
Sinir sistemiyle ilgili belirtiler erken ortaya çıkar; hareket işlevleri ve zihin­sel gelişme durur ya da geriler.

BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ BOZUKLUKLARI

Vücut sıvılanndaki ve bağışıklık siste­mindeki başlıca bozukluklar kanda len­fositlerin ve poliklonal gammaglobülinlerin artması, erişkinlerdeki kadar belir­gin olmamakla birlikte CD4+ lenfosit­lerinin de azalmasıdır. Hücresel bağı­şıklık sistemindeki bozukluk, deriiçi ve laboratuvar testlerinde alerji yapıcı maddelere karşı tepki oluşmasıyla orta­ya konabilir.
Hücresel bağışıklıkla birlikte vücut sıvılarınca (lenf, kan) salgılanan antikor moleküllerinin sağladığı bağışıklıkta da bozukluk görülür; özgül antikor yapımı azalır ya da ortadan kalkar.
Çocukta hastalığın başlıca özelliği olarak görülen ve sık sık yinelenen virüs ve bakteri enfeksiyonları bağışıklık sis­temindeki bu bozuklukların sonucudur.

ERKEN TANI

Virüsün enfeksiyonu taşıyan anneden bebeğe geçip geçmediğinin tahmin edil­mesini sağlayan hiçbir klinik, immüno­lojik ya da virolojik ölçüt yoktur. Çocu­ğun normal doğumla ya da sezaryenle doğmasının bulaşma olasılığım etkile­mediği düşünülmektedir. Çocukta HTV enfeksiyonu tanısı, laboratuvar testleri­ne ve klinik belirtilerin saptanmasına dayanılarak koyulabilir.

Yeni doğmuş bir bebeğe HTV enfek­siyonu tanışım koymak kolay olmayabi­lir; ama erken tanı tedavinin zamanında başlaması ve hastalığın beklenen gidişi­ne uygun yöntemlerin izlenmesi açısın­dan önemlidir.
Bağışıklık testlerinin hücre ve vücut sıvıları düzeyinde bağışıklık yetmezliği­ne işaret ettiği sütçocuğu ya da küçük çocuklarda tanı, hastalığa özgü klinik belirtilerin bulunmasına, dokularda ya da kanda virüsün aynştınlmasına ve/ya da kanda HIV karşıtı antikorların sap­tanmasına dayanır. Yalancı negatiflik ya da yalancı pozitiflik gibi durumların Önlenmesi için ELISA. testinin yinelen­mesi ya da test sonuçlarının Wesiem Blot (WB) gibi bir başka testle doğru lanması yoluna gidilir. Gene de bu in­celemelerin hiçbiri yüzde 100 kesin so­nuç vermez. Enfeksiyon bulunmasa da etene yoluyla anneden geçen antikorla­rın (HTV karşıtı IgG) 15 aylık olana de­ğin bebeğin kanında kaldığı unutulma­malıdır. Klinik ya da immünolojik ke­sin Ölçütlerin yokluğunda tam IgG anti­korlarının varlığının 15. aydan sonra da saptanmasıyla koyulur. Antikorların bulunmaması enfeksiyon olmadığı an­lamına gelmez; kesin tanı için virüsün ayrıştırılması yoluna gidilmelidir.

TEDAVİ

HIV enfeksiyonu taşıyan çocukların te­davisinde çeşitli yöntemlere başvuru­lur. Bağışıklık sistemindeki yetmezlik ileri düzeydeyse damar yoluyla sürekli immünglobülin verilebilir; kandida en­feksiyonu ve Pneumocystis carinii za­türreesi gibi fırsatçı enfeksiyonlara kar­şı koruyucu ilaç tedavisinden yararlanı­labilir. AZT (azidotimidin) ile tedavi­nin etkisine ve vücudun ilaca dayanık­lılığına ilişkin çalışmalar sürmektedir.

AŞI SORUNU

Virüsü taşıyan çocukların aşılanması da önemli bir sorun oluşturur. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, belirtilerin orta­ya çıktığı çocuklarda yapılmaması ge­reken verem aşısı dışında öbür olağan aşıların bir sakıncası yoktur. Çocuk fel­cine karşı, etkisi azaltılmış canlı virüs aşısı (Sabin) yerine ölü virüs aşısı
(SALK) yeğlenmelidir. Bu iki koşula uyularak HIV enfeksiyonu olan çocuk­lara bütün zorunlu aşılar uygulanabilir.

ÖNERİLER

Tehlike grubundaki bütün kadınlara ge­belikten önce ya da gebelik sırasında enfeksiyonu ortaya çıkarmaya yönelik testler uygulanmalıdır.
HTV’ye özgü antikorlar bulaşmadan ancak 2-4 ay sonra ortaya çıkar; bu ne­denle gebelikte olabildiğince erken ya­pılması gereken ilk test negatif çıksa bile doğumdan Önce yinelenmelidir.
HTV enfeksiyonu taşıyan bütün ka­dınlara gebelik sırasında hastalığın şid­detlenebileceği söylenmeli ve çocuğa bulaşma tehlikesi konusunda bilgi ve­rilmelidir.

Enfeksiyonu taşıyan kadın gebe ka­lırsa çocuğu aldırması önerilir. Kadın gebeliği sürdürmek isterse, gebelik bo­yunca ve doğum sonrasında yoğun tıb­bi gözlem altında tutulmalıdır. Gebelik­te enfeksiyonun belirlenmesi için amniyosentez yapılması (amniyon sıvısın­dan iğneyle örnek alınması) önerilmez; çünkü bu girişim de hastalığın bulaş­masına neden olabilir.

Virüs taşıyan annenin doğumdan sonra bebeği emzirmesine izin veril­mez.
Doğumun nasıl olması gerektiği ko­nusunda uzmanlar arasında görüş birli­ği yoktur; normal doğumda bulaşma olasılığının sezaryenle doğumdan fazla olduğu, düşünülürse de, bu görüş somut verilerden çok kuramsal açıklamalara dayanır.

Belirgin enfeksiyonu olan çocuklarda azatiyoprin kullanımı

• Çocuk 3 aylıktan büyük olmalıdır.
• Çocukta belirtiler bulunmalı, çocuğun enfeksiyona yakalandığı ke­sin olarak bilinmelidir.
• tlaç hekim gözetimi altında verilmeli ve düzenli aralıklarla kan tab­losu, karaciğer ve böbrek İşlevleri değerlendirilmelidir.
• Günlük doz vücut yüzeyinin metrekaresi başına 600-720 mg olmak üzere 2-4 kerede verilmelidir,
• İlaç, kan tablosunun ve böbrek ile karaciğer işlevlerinin ileri derece­deki bozukluklarında kullanılmamalıdır.

PAYLAŞ
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Sayfa başına git